"Bu Cümleyi Hangi Zihniyet Meşru Gördü?"
Bir köşede soluklanmak istersiniz. Gün boyu ayakta kalmışsınızdır; kalabalığın, gürültünün, koşuşturmanın ortasında bir bank görürsünüz. Tam oturacakken gözünüze o tabelanın soğuk harfleri çarpar:
“Oturmak yasaktır.”
Basit bir cümle gibi görünür, ama değildir.
Bu sadece bir yasak değil, bir bakış açısının dışavurumudur.
Birileri, bir zamanlar, bir yerde, sizin yerinize karar vermiştir.
“Burada oturulmaz. Çünkü oturanlar rahatsız eder.”
Rahatsız eden nedir peki?
Birinin yorgunluğu mu? Yoksa yorgunluğumuzu hatırlatması mı?
Aslında bu tür yasaklar sadece fiziksel değildir; düşünsel, duygusal hatta kültüreldir.
“Oturmak yasaktır” diyen bir şehir, aslında “fazla görünür olma” der.
“Beklemek yasaktır” diyen bir tabela, “sabırla bir şey bekleme, akışa bırak” demek ister.
“Park etmek yasaktır” yazarken bile, “durağan olma, hep hareket et, hep tüket” diyen bir dünya düzeni vardır arkasında.
Şehirdeki tabelalar bazen kanun maddesinden daha etkili olur.
Çünkü onlar bizi cezayla değil, alışkanlıkla terbiye eder.
Bir süre sonra artık tabela olmasa bile oturmaz, beklemez, durmaz hale geliriz.
Yani dışımızdaki yasak, içimize yerleşir.
Kaldırımlarda, bahçe duvarlarının kenarında, bina girişlerinde yazılıdır bu yasak.
Ama asıl mesele tabeladaki cümle değil; hangi zihniyetin o cümleyi meşru gördüğüdür.
Kimin adına konuşur bu yasak?
Bir belediyenin mi, bir kurumun mu, yoksa “düzeni koruma” bahanesine sığınan görünmez bir otoritenin mi?
Toplum olarak “rahatsız olmama”ya fazlasıyla odaklanmışız.
Oturandan, konuşandan, hatta sadece var olandan rahatsız oluyoruz.
Bir duvarın dibinde oturanı “serseri” sanıyoruz, bir parktaki genci “boş gezen” diye yaftalıyoruz. Oysa belki de sadece düşünüyordur. Belki günün ağırlığını üzerinden atmaya çalışıyordur. Ama tabelalar düşünmez; sadece yasaklar.
Oysa şehir, insanın nefes aldığı yerdir. Bir kentin canlılığı, orada oturan, düşünen, bekleyen, sohbet eden insanlardan gelir. Eğer herkes koşar, kimse durmazsa; şehir bir yaşam alanı olmaktan çıkar, bir trafik hattına dönüşür. Ve biz farkında olmadan, yasaklarla kuşatılmış bu hızın içinde insanlığımızı unutmaya başlarız.
Belki de “oturmak yasaktır” cümlesi, modern dünyanın sessiz bir manifestosudur.
“Düşünme. Durma. Hissedecek kadar yavaşlama.”
Çünkü duran insan fark eder. Fark eden insan sorgular. Sorgulayan insan da kolay yönetilmez.
O yüzden bazı tabelalar sadece mekânı değil, zihniyeti düzenler.
Bize nerede duracağımızı, nasıl davranacağımızı, ne kadar yer kaplayacağımızı öğretir.
Ve biz, “düzen” adına, bu küçük itaatleri günlük alışkanlıklarımıza dönüştürürüz.
Ama bir gün biri gelir, o tabelayı söker.
Yerine küçük bir not bırakır,
“Oturmak serbesttir. Düşünmek teşvik edilir.”
İşte o gün şehir yeniden nefes alır.
Banklar yeniden insan yüzü görür, kaldırımlar sessizce gülümser.
Ve belki de o an, biz ilk kez fark ederiz.
Yasak olan hiçbir şey yoktu aslında.
Sadece izin istemeyi çok uzun zamandır alışkanlık haline getirmiştik.
Peki, Sizin dikkatinizde hangi yasaklar var?







